17 Ocak 2013 Perşembe

Sanatta Devrim : Osman Hamdi Bey



Ressam, Arkeolog, Müzeci ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanı
Osman Hamdi Bey

30 Aralık 1982-24 Şubat 1910
İstanbul

Babası İbrahim Ethem Bey, ülkenin ilk maden mühendislerinden. Ayrıca 1877 yılında sadrazamlığa kadar yükselen bir devlet adamıydı.
Osman Hamdi Bey, Hukuk eğitimi almak için gittiği Paris'te tahsilini yarıda bırakmış ve tutkunu olduğu resim sanatı alanında ders almaya başlamış.
Paris'te tanıştığı Marie ile 10 yıl evli kalmış ve bu evlilikten adları Fatma ve Hayriye olan iki kızı olmuş.

İstanbul'a döndüğü 1869 yılında, kültürel birikimi ve yabancı dil bilgisi nedeniyle Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü'ne getirilmiştir.
1871 yılında tekrar İstanbul'a dönen Osman Hamdi Bey, sarayda yabancı elçilerin protokol işleriyle göevlendirilmiş ve bu görevde gösterdiği başarılardan dolayı Abdülaziz tarafından, Viyana'da açılan  uluslararası sergiye komiser olarak atanmıştır.
Osman Hamdi Bey, daha birçok devlet işlerinde görev aldıysa da  bir yandan da arkeoloji ve müzecilikle de ilgilenmeyi ihmal etmemiş, resim sanatı, arkeoloji ve müzeciliğin gelişmesi için  öncü olmuştur.
Türkiye'de müzeciliğin tohumları ilk olarak Topkapı Sarayı'nda çeşitli hediyelik eşyalar,ganimetler ve silahların toplanmasıyla atılmıştır.
1881 yılında Müze-i Hümayun müdürü olarak atamasıyla birlikte ilk olarak, yabancıların ülkemizde yaptıkları kazılardan çıkan, eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan tüzüğe, nihayet 1884'te bu maddeyi ekleyerek,yürürlüğe girmesini sağlamış ve bu yağmaya bir son vermiştir.

Osman Hamdi Bey, ülkemizde ilk Türk bilimsel  kazılarını başlatmıştır.1883 yılında yaptığı Nemrut Dağı kazısında, Kommagene Krallığına ait olduğu belirlenen, Tanrı tahtları, kabartmalı steller ve çeşitli yazıtlar bulmuştur.Bu eserlerden taşınabilir olanlarını yanında getirerek vakit kaybetmeden o yıl yaptığı çalışmalarını kitap haline getirmiştir. Le Tumulus de Nemroud Dagh Türkiye akeolojisinin ve İstanbul Arkeoloji Müzelerinin ilk önemli yayınlarından birisidir.
1887 yılında Sayda (Sidon) 'da kendi arazisini taş ocağı olarak işletmek isteyen vatandaşın bir süre sonra mezar olması muhtemel bir kuyu bulduğunu yetkililere bildirir.Bunun üzerine Sultan II.Abdülhamit,Osman Hamdi Bey'i bu eserleri İstanbul'a getirmesi için görevlendirir.İstanbul'a getirilen lahitlerin sergilenmesi için bugünkü İstanbul arkeoloji müzesinin çekirdek binasının yapımı Mimar Vallaury'nin  hazırladığı plana uygun olarak başlatılır.
Tabnit Lahdi - M.Ö 6.yy
Likya Lahdi - M.Ö 5.yy
Satrap Lahdi - M.Ö 5.yy
Ağlayan Kadınlar Lahdi - M.Ö 4.yy
İstanbul Arkeoloji Müzelerinin çekirdek binası Ağlayan Kadınlar Lahdi'nin cephesi örnek alınarak yapılmıştır.

İskender Lahdi - M.Ö 4.yy

Raviyanı ahbar ve nakilanı asar şöyle rivayet eder ki, Lübnan’ın Sidon kentinde bir köylünün tarlasında “nekrapol” bulunur. Arkeolog, ressam, ülkemizin ilk müze kurucusu Osman Hamdi Bey'in  tek düşüncesi vardır, bu paha biçilmez hazineyi bir an önce gemiye yükleyerek İstanbul’a götürebilmek… Fakat tayfalar gemi, bu kadar ağır yükü kaldıramaz, batar diye yükleme işine yanaşmazlar.
Osman Hamdi Bey, bu kez kendisini “İskender” lahdine zincirleyerek tayfaları ikna edecek ve lahitler İstanbul’a getirilecektir.

1891-1892 Lagina Hekate Kutsal Alanı kazısındaki, önemli buluntular İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Haketa Tapınağı friz kabartmalarıdır.


1891 yılında açılan müze, açılışından kısa bir süre sonra kitaplık, fotoğraf laboratuarı ve model atölyesi de açılmıştır.Arkeoloji kazılarının bizzat Türkler taraffın yapılması, müzecilikle ilgili bilimsel adımların atılması, İstanbul'un dışında Konya ve Bursa'da da müzeler kurulması Osmanlı döneminin cesur aydınlarında Osman Hamdi Bey'in uğraşları sonucunda olmuştur.
Bütün bu uğraşlarının yanında resim yapmayı hiç bırakmamış, birçok resmini Gebze Eskihisar'daki evinin yanına yaptırdığı stüdyosunda yapmıştır.
Osman Hamdi Bey, Batı'nın sanattaki gelişimine, sanat alanındaki özgürlüklerine hayranlık duymuş.''Neden bizim ülkemizde de olmasın'' diyerek, o zorlu Osmanlı İmparatorluğu döneminde elini taşın altına koymuştur.Onun Batı'yı örnek alışı, model olarak benimsemesinden öteye gitmemiş, eserlerinde Türklere has unsurları kullanmıştır.O dönemde yurtdışında da ses getirmesinin nedeni resimlerindeki bu unsurlardı.

Resimlerinde Türk insanına has motiflere; camiler, türbeler, çeşmeler, çini işlemelerine yer vermiştir
.Osman Hamdi Bey, sanatın her alanında sözde put yaratmanın günah ve yasak olduğu, hele ki  kadına göz ucuyla bile bakmanın mümkün olmadığı bir dönemde resimlerinde kadını, model olarak kullanabilme cesaretini göstermiştir.Gelecek neslin yolunu aydınlatmak için mücadele içine girmiş, eserlerimizi koruma altına altına alan ve  yabancılar tarafından götürülmesini engelleyen yasal düzenlemeleri yürürlüğe koymuş,sergilenmesi için müzenin açılışına öncülük etmiş ve eski eser çalışmalarında,birçok kazıyı gerçekleştirmiştir.
Osman Hamdi Bey, Türk sanatında kadını ilk kez ele alan, eserleri yurtdışında kabul gören ve sergilenen, Batı resminin ülkemizdeki ilk temsilcisi sayılmaktadır.Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi onun tarafından kurulmuş, bugünkü Arkeoloji Müzesi, onun sayesinde bugünkü durumuna gelmiştir.



GÖNLÜMDEKİ OSMAN HAMDİ BEY


Şehir tiyatrolarında sahnelenen Osman Hamdi Bey'in sanatı ve sanatçı kişiliğini, arkadaşlık ilişkilerini,hayatındaki aşklarını ve aile yaşantısını konu alan oyun; Gönlümdeki Osman Hamdi Bey.

Oyunun yönetmeni, Engin Gürmen aynı zamanda Osman Hamdi Bey'in babası, İbrahim Ethem Bey'i canlandırıyor.Engin Gürmen birçok oyununu yönettiği, Gülsün Siren Kınal 'a Osman Hamdi Bey'i anlatan bir oyun yazmasını önermiş.Gürmen, bunun nedenini ise şöyle açıklıyor; ''Batılıların ressam ve heykeltraşlarının yaşam öykülerini sık sık tiyatro sahnesine ve beyazperdeye taşıdıklarını görmekteyiz.İlk akla gelenler Toulouse-Lautrec, Van Gogh, Picasso, Modigliani, Frida Kahlo...Hatırladığım kadarıyla bugüne kadar Selim İleri'nin 'Ölü Bir Kelebek - Ressam Mihri Müşfik adlı oyunu dışında hiçbir ressam ya da heykeltıraşımız her nedense tiyatro sahnesine taşınmadı.''
Yazar Gülsün Siren Kınal ise,Gönlümdeki Osman Hamdi Bey için; ''Neden Osman Hamdi Bey'i yazdın? diye soranlar çok oldu.Onlara kısaca, kendisine duyduğum hayranlık yüzünden  diye yanıt verdim.O tabuları yıkan, çok yönlü bir sanat ööncüsüydü.Ona olan hayranlığımın nedenlerini tiyatro seyircisiyle paylaşmak istiyordum.Nasıl başladığını, kişiliğini, düşlerini, başarılarını ölümünün yüzüncü yılında sahneye taşımaktı amacım.''
İlk olarak,2010 yılından sahnelenen oyun iki yönden önem arz ediyordu;çünkü 2010 yılı Osman Hamdi Bey'in ölümünün yüzüncü yılıydı hem de ''UNESCO Osman Hamdi'' yılıydı
.
Osman Hamdi Bey'i ise, Tolga Yeter oynuyor.İlk başta, oyunun, daha çok Osman Hamdi Bey'in kişisel yaşamıyla ilgili olacağını düşündüm.Ancak oyun başladıktan bir süre sonra oyuncuyu bir oyuncu olarak görmüyorsunuz.Tamamıyla karşınızdaki Osman Hamdi Bey.Hırslarını, tutkusunu, resimden,sanattan bahsederken mutluluğunu,ülkesi için birşeyler yapabilme arzusunu onunla birlikte yaşıyorsunuz.

'' İskender Lahdi bizim topraklarımızın malıdır.Bizim topraklarımızda kalacaktır.Aksi halde lahdin içine girer, intihar ederim.Lahdi alan cesedimi de birlikte alır.''

O'nun resme,arkeolojiye olan tutkusu,ülkesinin de sanat alanında gelişmesi için çabalayan Osmanlı aydını olduğunu ve bu konuda Batı'yı model alıp, fakat hiçbir zaman esareti altına girmeyen ülkesinin değerlerini koruyan; hem yaptığı resimlerden hem de yaptığı arkeoloji çalışmalarından, ne kadar özel bir insan olduğunu hissediyorsunuz, yeniden keşfediyorsunuz. 






1 yorum: